Necip Fazıl Kısakürek

Aşk   

Rabbim, Rabbim, bu işin bildim neymiş Türkçesi;
Senin aşkın ateştir, ateşin gül bahçesi...
Necip Fazıl Kısakürek 




Aşk ve Korku   

Aşk korkuya peçedir, korku da aşka perde,
Allah'tan nasıl korkmaz, insan O'nu sever de...
Necip Fazıl Kısakürek






Sakarya Türküsü   

İnsan bu, su misali, kıvrım kıvrım akar ya; 
Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya. 

Su iner yokuşlardan, hep basamak basamak; 
Benimse alın yazım, yokuşlarda susamak. 

Herşey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir; 
Oluklar çift; birinden nur akar, birinden kir. 

Akışta demetlenmiş, büyük-küçük kâinat; 
Şu çıkan buluta bak, bu inen suya inat! 

Fakat Sakarya başka, yokuş mu çıkıyor ne, 
Kurşundan bir yük binmiş, köpükten gövdesine; 

Çatlıyor, yırtınıyor yokuşu sökmek için. 
Hey Sakarya, kim demiş suya vurulmaz perçin? 

Rabb’im isterse, sular büklüm büklüm burulur, 
Sırtına Sakarya'nın, Türk tarihi vurulur. 

Eyvah eyvah, Sakarya’m, sana mı düştü bu yük? 
Bu dava hor, bu dava öksüz, bu dava büyük! .. 

Ne ağır imtihandır, başındaki, Sakarya! 
Bin bir başlı kartalı nasıl taşır kanarya? 

İnsandır sanıyordum mukaddes yüke hamal; 
Hamallık ki, sonunda, ne rütbe var, ne de mal. 

Yalnız acı bir lokma, zehirle pişmiş aştan; 
Ve ayrılık, anneden, vatandan, arkadaştan; 

Şimdi dövün Sakarya, dövünmek vakti bu an; 
Kehkeşanlara kaçmış eski güneşleri an! 

Hani Yunus Emre ki, kıyında geziyordu; 
Hani ardına çil çil kubbeler serpen ordu? 

Nerede kardeşlerin, cömert Nil, yeşil Tuna; 
Giden şanlı akıncı, ne gün döner yurduna? 

Mermerlerin nabzında hâlâ çarpar mı tekbir? 
Bulur mu deli rüzgâr o sedayı: Allah bir! 

Bütün bunlar sendedir, bu girift bilmeceler; 
Sakarya, kandillere katran döktü geceler. 

Vicdan azabına eş, kayna kayna Sakarya, 
Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya! 

İnsan üç beş damla kan, ırmak üç beş damla su; 
Bir hayata çattık ki, hayata kurmuş pusu. 

Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek; 
Siz, hayat süren leşler, sizi kim diriltecek? 

Kafdağı’nı assalar, belki çeker de bir kıl! 
Bu ifritten sualin, kılını çekmez akıl! 

Sakarya, saf çocuğu, masum Anadolu'nun, 
Divanesi ikimiz kaldık Allah yolunun! 

Sen ve ben, gözyaşıyla ıslanmış hamurdanız; 
Rengimize baksınlar, kandan ve çamurdanız! 

Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader; 
Aldırma, böyle gelmiş, bu dünya böyle gider! 

Bana kefendir yatak, sana tabuttur havuz; 
Sen kıvrıl, ben gideyim, son Peygamber kılavuz! 

Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya; 
Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya! .. 
Necip Fazıl Kısakürek




1000 Yıl Sonra Tarih   

Bin sene evvel, iğne uciyle delindi zar;
Resûlden haber geldi, mezarsız öldü Sezar!..
Necip Fazıl Kısakürek 




1400   

1400'e bir yıl var, yaklaştı zamanımız;
Bu asırda gelir mi dersin kahramanımız?..
Necip Fazıl Kısakürek


40 Derece   

Dizilirler ayakta,
Anne, baba ve kardeş.
Hayal, uzak, uzakta,
Eder fillerle güreş.

Başından kayar yastık,
Nura döner karanlık;
Sırlar çözülür artık,
Kırka çıkınca ateş...
Necip Fazıl Kısakürek 


Aç Kapıyı   

Aç kapıyı, haber var,
Ötenin ötesinden!
Dudaklarda şarkılar,
Kurtuluş bestesinden.

Biz geldik, bilen bilsin!
Gönül gönül girilsin,
İnsanlar devşirilsin,
Sonsuzluk destesinden...
Necip Fazıl Kısakürek 


Allah Dostu   

Allah dostunu gördüm, bundan altı yıl evvel;
Bir akşamdı ki, zaman, donacak kadar güzel.
Necip Fazıl Kısakürek


Allah Diyene   

Her şey, her şey şu tek müjdede;
Yoktur ölüm, Allah diyene
Canım kurban, başı secdede,
İki büklüm, Allah diyene

Akıl, kırık kanadı hiçin;
Derdi gücü 'nasıl' ve 'niçin'...
Bağlı, perçin üstüne perçin,
Benim gönlüm Allah diyene...
Necip Fazıl Kısakürek 



Allah Derim   

Sırtımda, taşınmaz yükü göklerin; 
Herkes koşar, zıplar, ben yürüyemem!
İsterseniz hayat aşını verin;
Sayılı nimetler bal olsa yemem!

Ey akıl, nasıl da delinmez küfen?
Ebedi oluşun urbası kefen!
Kursa da boşluğa asma köprü, fen,
Allah derim, başka hiçbir şey demem!
Necip Fazıl Kısakürek



Anneme Mektup   

Ben bu gurbet ile düştüm düşeli,
Her gün biraz daha süzülmekteyim.
Her gece, içinde mermer döşeli,
Bir soğuk yatakta büzülmekteyim.

Böylece bir lâhza kaldığım zaman,
Geceyi koynuma aldığım zaman,
Gözlerim kapanıp daldığım zaman,
Yeniden yollara düzülmekteyim.

Son günüm yaklaştı görünesiye,
Kalmadı bir adım yol ileriye;
Yüzünü görmeden ölürsem diye,
Üzülmekteyim ben, üzülmekteyim.
Necip Fazıl Kısakürek 




Anneciğim   

Ak saçlı başını alıp eline,
Kara hülyalara dal anneciğim!
O titrek kalbini bahtın yeline,
Bir ince tüy gibi sal anneciğim!

Sanma bir gün geçer bu karanlıklar,
Gecenin ardında yine gece var;
Çocuklar hıçkırır, anneler ağlar,
Yaşlı gözlerinle kal anneciğim!

Gözlerinde aksi bir derin hiçin,
Kanadın yayılmış çırpınmak için;
Bu kış yolculuk var, diyorsa için,
Beni de beraber al anneciğim!..
Necip Fazıl Kısakürek 







Bekleyen   

Sen, kaçan ürkek ceylansın dağda, 
Ben, peşine duşmuş bir canavarım! 
İstersen dünyayı çağır imdada; 
Sen varsın dünyada, bir de ben varım! 

Seni korkutacak geçtiğin yollar, 
Arkandan gelecek hep ayak sesim. 
Sarıp vücudunu belirsiz kollar, 
Enseni yakacak ateş nefesim. 

Kimsesiz odanda kıs geceleri, 
İçin ürperdiği demler beni an! 
De ki Odur sarsan pencereleri, 
De ki Rüzgar değil, odur haykıran! 

Göğsümden havaya kattığım zehir, 
Solduracak bir gül gibi ömrünü. 
Kaçıp dolasan da sen, şehir sehir. 
Bana kalacaksın yine son günü. 

Ölürsün... Kapanır yollar geriye; 
Ben mezarla sırdaş olur, beklerim. 
Varılmaz hayale işaret diye 
Toprağında bir taş olur, beklerim... 
Necip Fazıl Kısakürek 




Beklenen   

ne hasta bekler sabahı 
ne taze ölüyü mezar 
ne de şeytan bir günahı 
seni beklediğim kadar 

geçti istemem gelmeni 
yokluğunda buldum seni 
bırak vehmimde gölgeni 
gelme artık neye yarar 
Necip Fazıl Kısakürek




Çile 1   

Gaiblerden bir ses geldi: Bu adam 
Gezdirsin boşluğu ense kökünde! 
Ve uçtu tepemden birden bire dam. 
Gök devrildi, künde üstüne künde... 

Pencereye koştum: Kızıl kıyamet! 
Dediklerin cıktı ihtiyar bacı! 
Sonsuzluk elinde bir mavi tülbent, 
Ok çekti yukardan, üstüme avcı. 

Ateşten zehrini tattım bu okun. 
Bir anda kül etti can elmasımı. 
Sanki burnum değdi burnuna (yok)un. 
Kustum, öz ağzımdan kafatasımı. 

Bir bardak su gibi çalkandı dünya; 
Söndü istikamet, yıkıldı bosluk, 
Al sana hakikat , al sana rüya! 
İşte akıllılık , işte sarhoşluk! 

Ensemin örsünde bir demir balyoz 
Kapandım yatağa son çare diye. 
Bir kanlı şafakta , bana çil horoz 
Yepyeni bir dünya etti hediye. 

Bu nasıl bir dünya hikayesi zor; 
Mekânı bir satıh, zamanı vehim. 
Bütün bir kainat muşamba dekor, 
Bütün bir insanlık yalana teslim. 

Nesin sen , hakikat olsanda cekil! 
Yetiş körlük , yetiş takma gözde cam! 
Otursun yerine , bende her şekil; 
Vatanım, sevgilim , dostum ve hocam! 
Necip Fazıl Kısakürek 





Canım İstanbul   

Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar; 
Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar. 
İçimde tüten birşey; hava, renk, eda, iklim; 
O benim, zaman, mekan aşıp geçmiş sevgilim. 
Çiçeği altın yaldız, suyu telli pulludur; 
Ay ve güneş ezelden iki İstanbulludur. 
Denizle toprak, yalnız onda ermiş visale, 
Ve kavuşmuş rüyalar, onda, onda misale. 

İstanbul benim canim; 
Vatanim da vatanim... 
İstanbul, 
İstanbul... 

Tarihin gözleri var, surlarda delik; 
Servi, endamlı servi, ahirete perdelik... 
Bulutta saha kalkmış Fatih'ten kalma kir at; 
Pırlantadan kubbeler, belki bir milyar kırat... 
Şahadet parmağıdır göğe doğru minare; 
Her nakısta o mana: Öleceğiz ne çare? 
Hayattan canlı olum, günahtan baskın rahmet; 
Beyoğlu tepinirken ağlar Karaca Ahmet... 

O manayı bul da bul! 
İlle İstanbul’da bul! 
İstanbul, 
İstanbul... 

Boğaz gümüş bir mangal, kaynatır serinliği; 
Çamlıca'da, yerdedir göklerin derinliği. 
Oynak sular yalının alt katına misafir; 
Yeni dünyadan mahzun, resimde eski sefir. 
Her aksam camlarında yangın çıkan Üsküdar, 
Perili ahşap konak, koca bir şehir kadar... 
Bir ses, bilemem tambur gibi mi, uda gibi mi? 
Cumbalı odalarda inletir katibi mi... 

Kadını keskin bıçak, 
Taze kan gibi sıcak. 
İstanbul, 
İstanbul... 

Yedi tepe üstünde zaman bir gergef isler! 
Yedi renk, yedi sesten şayisiz belirişler... 
Eyüp oksuz, Kadıköy süslü, Moda kurumlu, 
Adada rüzgar, ucan eteklerden sorumlu. 
Her şafak Hisarlarda oklar çıkar yayından 
Hala çığlıklar gelir Topkapı sarayından. 
Ana gibi yar olmaz, İstanbul gibi diyar; 
Güleni söyle dursun, ağlayanı bahtiyar... 

Gecesi sümbül kokan 
Türkçe’si bülbül kokan, 
İstanbul, 
İstanbul... 
Necip Fazıl Kısakürek




Zindandan Mehmet'e Mektup   

Zindan iki hece Mehmetim lafta! 
Baba katiliyle baban bir safta! 
Birde geri adam boynunda yafta... 
Halimi düşünüp yanma Mehmed' im! 
Kavuşmak mı? ... Belki... Daha ölmedim! 

Avlu... Bir uzun yol... Tuğla döşeli, 
Kırmızı tuğlalar altı köşeli. 
Bu yolda tutuktur hapse düşeli... 
Git vegel... yüz adım... Bin yıllık konak. 
Ne ayak dayanır buna, ne tırnak 

Bir alem ki, gökler boru içinde! 
Akıl almazların zoru içinde. 
Üstüste sorular soru içinde: 
Düşün mü, konuş mu sus mu unut mu, , ? 
Buradan insan mı çıkar, tabut mu? 

Bir idamlık Ali vardı, asıldı 
Kaydını düştüler, mühür basıldı. 
Geçti gitti, Bir kaç günlük fasıldı. 
Ondan kalan, boynu bükük ve sefil; 
bahçeye diktiği üç beş karanfil... 

Müdür bey dert dinler bu gün 'maruzat'! 
Çatık kaş... Hükümet dedikleri zat... 
Beni Allah tutmuş kim eder azat? 
Anlamaz; yazısız, pulsuz dilekçem... 
Anlamaz ruhuma geçti bilekçem! 

Saat beş dedi mi, Bir yırtıcı zil; 
Sayım var, Maltada hizaya dizil! 
Tek yekün içinde yazıl ve çizil! 
İnsanlar zindanda birer kemiyet 
Urbalarla kemik, Mintanlarla et. 

Somurtuş ki bıçak, Nara ki tokat; 
Zift dolu gözlerde karanlık kat kat... 
Yalnız seccademin yüzünde şevkat; 
Beni kimsecikler okşamaz madem; 
Öp beni anlımdan, Sen öp seccadem! 

Çaycı, getir ilaç kokulu çaydan! 
Dakika düşelim senelik paydan! 
Zindanda dakika farksızdır aydan. 
Karıştır çayını zaman erisin; 
Köpük köpük, Duman duman erisin! 

Peykeler duvara mıhlı peykeler; 
Duvarda, başlardan, yağlı lekeler, 
gömülmüş duvara, baş baş gölgeler 
Duvar katil duvar, yolumu biçtin! 
kanla dolu sünger... beynimi içtin! 

sükut... kıvrım kıvrım uzaklık uzar; 
Tek nokta seçemez Dünyadan nazar. 
Yerinde mi acep ölü ve mezar 
yer yüzü boşaldı, habersiz miyiz? 
Güneşe göç varda kalan biz miyiz? 

Ses demir, su demir ve ekmek demir... 
İstersen demirde muhali kemir, 
Ne gelirki elde kader bu emir... 
Garip pencerecik, küçük, daracık; 
Dünya ya kapalı, Allah'a açık. 

Dua dua, eller karıncalanmış; 
Yıldızlar avuçta, gök parçalanmış. 
gözyaşı bir tarla, hep yoncalanmış... 
Bir soluk, Bir tütsü Bir uçan buğu 
İplik ki incecik, örer boşluğu. 

Ana rahmi zahir şu bizim koğuş; 
Karanlığındanur, yeniden doğuş... 
Sesler duymaktayım: Davran ve boğuş! 
Sen bir devsin yükü ağırdır devin! 
Kalk ayağa dim dik doğrul ve sevin! 

Mehmed'im sevinin başlar yüksekte! 
Ölsekte sevinin, eve dönsek de! 
Sanma bu teker kalır tümsekte! 
Yarın, elbet bizim, elbet bizimdir! 
Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir! 
Necip Fazıl Kısakürek




Zehir   

Çocukken haftalar bana asırdı; 
Derken saat oldu,derken saniye... 
İlk düşünce,beni yokluk ısırdı: 
Sonum yokluk olsa bu varlık niye? 

Yokluk,sende yoksun,bir varsın bir yoksun! 
İnsanoğlu kendi varından yoksun... 
Gelsin beni yokluk akrebi soksun! 
Bir zehir ki,hayat özü faniye... 
Necip Fazıl Kısakürek 



Yüzkarası   

Beni şafak vakti bir el dürtükler: 
İdam mahkumu, kalk, bekliyor savcı! 
Zindan avlusunda öter düdükler; 
Bir güneş doğar ki., zakkumdan acı... 

İpten indirilir, yine uslanmam, 
Bela...Bela bende yakıcı şehvet... 
Bir olur, ateşi görmemle yanmam; 
Dipsiz uçurumda kaçılmaz davet. 

Bak nasıl silinir bu yüz karası; 
Elimde, ölümü öldüren silah, 
Alnımda tozpembe secde yarası, 
Lugat kitabımda tek isim: Allah... 
Necip Fazıl Kısakürek 




Yunus Emre   

Kaç mevsim bekleyim daha kapında, 
Ayağımda zincir, boynumda kement? 
Beni de, piştiğin bela kabında, 
O kadar kaynat ki, buhara bezet! 

Bekletme Yunusum, bozuldu bağlar, 
Düşüyor yapraklar, geçiyor çağlar; 
Veriyor, ayrılık dolu semalar, 
İçime bayıltan, acı bir lezzet. 

Rüzgara bir koku ver ki, hırkandan; 
Geleyim, izine doğru arkandan; 
Bırakmam, tutmuşum artık yakandan, 
Medet ey sairim, Yunusum medet! 
Necip Fazıl Kısakürek