Sultan
Seçkin
Bir kimse değilim
İsmimin baş harfleri acz tutuyor
Bağışlamanı dilerim
Sana zorsa bırak yanayım
Kolaysa esirgeme
Hayat bir boş rüyaymış
Geçen ibadetler özürlü
Eski günahlar dipdiri
Seçkin bir kimse değilim
İsmimin baş harflerinde kimliğim
Bağışlanmamı dilerim
Sana zorsa yanmaya razıyım
Kolaysa affı esirgeme
Hayat boş geçti
Geri kalan korkulu
Her adımım dolu olsa
İşe yaramaz katında
Biliyorum
Bağışlanmamı diliyorum
Cahit Zarifoğlu
Menziller
Sözün ve yolun başçeşmesi ruhumun
Canım içre sevinç verir sözlerin
Baktığın dağların düşüncesi bile ağlatır beni
Hür olurum buyruklarını bir bir donansam sultanım.
Aşkın bin gözlü devasa bir baş imiş
Vur herbirini uykulardan sohbetin
Dinlen ey Zarif bilatedbir çok sözün açtın
Bu kırık akılla ne cürettir yaptığın
Cahit Zarifoğlu
Açık Açık Çağırır Aşkını
I
Çabuk akan tez giden
ilk geyik avında ölenler
çarpıntı başlarıdır insanlığın
Uzakta, ta burada
Ünlü bir can sıkıntısını
Ufalar bir zümrüt sakal
Yeldeğirmeni
ve uçuşan leylekler
beyaz saçlı atın
kar yıllığını rüzgar hallerini
kahraman atın
madalya anına bitişik
dört nala koşan sesi
oradan uzaktan ta buradan
siyah
çatık kaşlı gelincik tohumlarına
benzer sezişleriyle
gelişir yapılı kaygılar
II
bir ayıp giyotin
çün ağaç sağa dönmez
soldan kuşatılır
çün ağaç şaşırır
ağaç ölür
Ama sapına kadar
Bilhassa büyük
Erkek
Tam erkek bir el
Yani kolun ucuna kadar gelmiş de
Yumruk bile olmuş
ve bilhassa bu büyük bir el
beynelmilel büküp yapma çelikleri
gündelik insanı kaldırıp
bir de tanrıya şarkısını söylerse
Belirli bir yapısı
belli bir geçmişi olan
nereye değdiğini bilen
düğün yapısı fırçasıyla
toprak ve topraktan sonrasını
aynı çığlığı atan
ve karalar içinde
III
haydi
şu kaçar su durur mu
gök içimizden bir zenci çağırır
zenci zenci
bir büyük geniş başlı
şikayet mi ne olur
açık açık çağırır aşkını
burda mı daha mı uzakta
bütün bir geceye
dayar alnını
öyle ki alın
mübarek bir şeydir
Cahit Zarifoğlu
Çoğalmak
Çocuklarımızla
Atlara biniyorduk
Dönüp bakarken geçmişe - kumandalı
Atlara biniyorduk
Benim çok çocuğum oldu
Kadınım sen onların yüzlerini
Çalılardan kolla
Bütün çıplaksın - omuzların
Birbirine içiçe iki saat rakkası
Gelecekte kumandalı - dönüyor
Güneşi alıyor - alıyor gövden
Karanlık eşyada bulup
Ürkünce parlayıp koşan hayvanda bularak
Çocuklarımızlaysa - seçerek beni
İçinin çağırması bir kır hayvanı düzlüğüyle
Bedensel - seçerek ve buyruk üzerine
İçine alışın doyuruşun
O erkek giysilerine giydirişin
Doğanın çizdiğini
Çizip kanattığını hiç görmedim seni
Çalı eğildi yumuşadı batan taş
Kabuklar düz bir sıyrılma oldu
İşte en başta ve değişen dünyada - durmadan "sen"
kalabilirlikle
Güzel kılınan sen
Beni de kutsal sıvama
Cahit Zarifoğlu
Efendim
I
Boynuna bir ip at
Kölen diye yollardan gezdir beni
II
Gözlerini süzüyorsun
Bir balık gibi akıyorsun kaldırımlarda
Bir daha yüreğini kaparsan bana
'Bu yaprağı parampaça yaparım'
Çiçekleri sarı yapraklar ve bir ocak ayı
Ağız ağıza sin ve cim harfleri
Ateş kararıyor, bu içimin alevleri
Acı çekiyorum elimden alınmışsın gibi
Bir mektup hikayemiz olacak
Baştan başa notalar bülbül ağızları
Dik kafalı bir baş görüyorlar
Başını eğmiş dalların yaprağında
Zayıf bir çocuk yüzü, gülümsüyor
Dikkatle bak, korku dolu bakışları
O boğulurken gülücükler
Saçılıyor
Ölüm bir kuş kaldırıyor mezarlıktan
Ak kanatları, hayat yok oluyor
Çıkıp geliyorsun
Kor gibisin, bir kar gibisin
Soruyorsun: Zarifoğlu bana dargın mısın
Yoksa uyardılar mı seni sevdamızdan
'Yaşamak' bir perde gibi kalkıyor aramızdan
Zamansız mekansız bir tünel başındayız şimdi
O mavi gözleri görmüş olmalıyım
Bir ikindi vakti kaskatı ellerimin altında
Uçuşlu saçlar bukleler
Üstünde uyuyan eller
Sevgim uzanıyor
Soluk soluğa uyandırıyor menekşeleri
Görüyorum kıpırdanışlarını
Uykunda gül açan yanaklarını
Cahit Zarifoğlu
İstanbul
Bir tohumdan daha az değil
Fatihin büyük güvercin kanatları
Meleklerin sık aralıklarla
Dokunduğu toprak
Güzel buyruklar
Gürbüz havalar
Boğaziçi bir akımdır
Bir akan sudur
Nice dergahlar
Dinler gibi nabzını
Yeni doğan çocukların
Yamaçlarda mezarlıklar
Sever gibi bazıları
Açık havada gömülmeyi
Çocuklar Topkapıda
Sedef kabzalı kılıçlar ellerinde
Rahlelerde Kur’an
Tefsir
Arapça
Farsça
Dikkatle önünü iliklemede
Padişah ve şehzade
Açiliyor dev bir kapi
Dikiliyor dev gibi bir sütun
Sütun başi sütun ayagi
Dibinde dilek şikayet sahipleri
Birer gürz gibi sag ellerinde
Iradeleri
Bir ellerinde arzuhalleri
Ogullarim
Dikkat edin
Hak yemeyin
Ogullarim
Mümkündür
Topal bir karinca
Mihnettir
Ogullarim
Mümkündür ki
Bir baş kesilir avluda
Akin, akan kanla
Cihangir
Taş yokuşlar
Eyüp
Sila sila Medine
Aci
Bu tortu
Karartir camlari
Yorar küpleri
En berrak sular bile
Ve kapaniyor saray kapisi
Saklaniyor
Sari sari altinlar
Korkup
Şimdi birden Eminönü kalabaligi
Kimseyi tanimazsin
Kiyafetinden
Yüz çizgisinden
Katil efendi
Hirsiz baş köşede
Haksiz hakli
Şer belali
Örtünmüş güneş
Çoktandir, yüzü nerde
Ya o ay
Kara bir zibin biçmiş kendine
Bir düş
O buyruk
Şefaat
Gürbüz hava
O güzelleri Istanbulun
Dönüyor demir teker
Cahit Zarifoğlu
Kavga
Taş ve sopa
İki köylü karşı karşıya
Kavak ağaçları şahit
Bir de ibibik kuşu
İncir yalnız
Badem yeşil kabuklu
Camdaki hayalinle
İki öfkeli boğa
Sevdalılar kapışıyor
Tabiatın ortasında
Irmak göz kırpıyor akıyor
Çoban köpeği şöyle bir bakıyor
Yaman indi omzuna sopa
Güçlü çarptı taş başına
Hayalin akıyor kanda
Yüzün zonkluyor yarada
Taş ve sopa
İki köylü karşı karşıya
Cahit Zarifoğlu
Kutsal Mavi Çocuk Şiiri
Ellerin çıktı ve göğün ortasına geldi
Tarlada
Bakışı gittikçe yer toprağına
Çakılan
Bu kadar beklerken habersizdi
Ve hatta onlar da habersizdiler
Sular mı anladı
Dağlar mı sezdi
Yoksa birdenbire bir çiçek mi
Bir gün
Herhangi bir an
Ama bir çelik an
Herşey
Ve hepsi başlarını kaldırdılar
Ve hemen ellerinin gölgesi düştü yüzlerine
Karmakarışık belirsiz uzun
Geçti ve geçti gölgesi
Zerdüştün ayaklarından bir kartalın
Cahit Zarifoğlu
Taş Gemi
I
biraz yukardan
taş et
ot mu yoksa
taşetot
alır şaşmadan
gündüzden geceye geceden gündüze
ve bütün geleceklere
çağırır şimdiden ve el koyar
ne varsa
ne dökülse küreden
güneşi çıkarırken toprak
bir de süsler koşturur insanoğlunun
bir günlük atını
sıcak el üfler güneşi karnında köpükleriyle
bir göl huzurundan tutuşup
başlar yanmaya
ve seslenir yüce dağ
serin
toplar kartalı yılanıyla
atlasın omuzlarından gencecik kayalar
eğildiler bir mermerin önüne
koşunuz ak saçlı bulutlar
denize yakın
bir çakılın kızgın yapısında
güneşle ilk kez selama durmuş
narin gövdeli soylu karınca
II
baş köşede
bak nasıl
denizin tanrıça köpüklerinden
bir de mermer balık
bir karanlık şehre
üstün nöbetçilerle giriyor
bunu gelecek çocukta olmak için
beklemek daha sonra
önce sipsivri bir başın
balçıkla Afrodite
merdiven dayayıp çıktığı
ağaçların huzurunda
onlar ne diye çocuklarını
balçıklara
III
rüzgar da koşar
nasıl sever misiniz
ya kim bilir hangi sevincin
hangi gerçeğin çiçeği
göz nuru
hangi hangi geleceğin
ağacı gelir dize
çılgınlık gibi mutlaka
ışıklı imkan içinde
Sol burna mıknatıslı demir halka
acıklı hapşırır diye belkemiğinin
durmadan mutlu geçmişini
Ananız ve babanız
balalan ağızlarıyla
onurları durmadan azalır. Döllenirler
ve başımızın içi cenaze
bir cama bin çekiç
başınız cenaze
canlı tabutlarınızla
kutupsuz kıblesiz
hangi putun önünden geçmektesiniz
IV
Can akıldan geçerken üstün gemi
gelir yaslanır bir direğe
kızkardeşini kanıyla diz kapağını
göbeğine bir haç getirip gölgesine
aleksandirina usulü ağlayıp
nereden nereye ün saldı
Su demek ki taşın çakıl cinsinden
zamanla toprak
incecik zar kesmekte
çok 'mahirdi'
Ona
İlyada nasıl kendine benzetip
bakmışsa bugüne
gün ışığında bütün limanların
nasipsiz gemiye
sanki başka liman duruşu gibi
tanrıya yabanlaşamış
canların güneşi
V
Ne demek şu beyaz göğüslü
ince yapılı dansöz atlarla
iki lata uzanmak
kutsamak için
sevinç getiren
büyük yorgunlukla sevinç getiren
durmadan değişen ve yeniden gelen
kambur
o lezzetinde iştahlar getiren
köpükten kör balığı
... kutlanmaz göl ve toprak
temiz bir bilgiyle geçilir ellerine
su ekmek ama bir çift böcek
bir biri alnından
biraz tepeye
gerçekten biraz da tepeye
ne diye 'gidiyorlardı'
Düştür bağırır şimdi şarkıya
onlar eğilip geçiyorlar
gelir okyanus ayaklarına
En derin anlamlı tepenin
elleri şarap ağzında gülünce
Başları bir baş dönme anaforunda
yaşamakla erkekçe kaybediyorlar
ölüme ''mahcup'' bir rölans
damarlarında koşan toprakla süslenip
ışığa pas diyorlar
intiharla gizlenip
hatırlarken çocukalrın sevinçle
ve babalarıyla ilk boy resimlerini
VI
biz işte hep soylu yapılar
ıslak taş gemide huysuz
uzakta ilk gülün akrebiyle sevişmekten
bi tek sarı ve sarsılmaz sesine güvendiğimiz
kanaryayı katlettik
Cahit Zarifoğlu
Zarif Çoban
O güzeli bana verseler
Tombul kuzuların aşkına
Yaylalara atlas kilim serseler
Tombul kuzuların aşkına
Yayılsın topraklar, aşıklar gezecek
Feryat, taşları sızlatıp inletecek
Boşa gülü sümbül örseler
Tombul kuzuların aşkına
Ayrı kaldım ağlar inlerim
Dağ kavi, iklim sarp, çarıklar delerim.
Bağrım yosun tuttu bir görseler
Tombul kuzuların aşkına
Geçiyor bulut geçen ömürdür
Gece mi, saç mı, hayır kömürdür
Zarif çoban oldu görseler
Tombul kuzuların aşkına
Zamana Yay Gerip Ok Atmak
Şarkı ve oyma dudak
Sağlam gözleri
Ve yandan bakılınca
Uzun yüzünde kabartma bir deniz
Bütün kuşlarla gidilir yanına
Sıhhat'i bir hava seçilir dolaptan
Bakılır en arkaya durmuş evin
Acısız aynasına
Bu yaşamak sezonu çok memnun
Yay gerip ok atan
.. ..... ... .....
.. .....
.. ..... ....
Cahit Zarifoğlu
Tablolar
a.
Temizlikle parıldayan burnu
ve alnı geniş. Hazır. Karşı Koyan ve Razı
eli boş verişli
alabildiğine derin
çocuk kalplerine uzanır nefesi
b.
hadde Evlerinde haddeler
zulüm yok şiddet de yok hizmetim kabulümde
zillet yok illet de yok hizmetim verişimde
incelip derinleştikçe uzayıp gider caddeler seccadeler
(seccadeler
c.
insan yığılmaları uzuv karmaşası
bir bir kenetlenmiş eller uyruklar
dilden dudakdan önde
bir ağız edinmişler kendilerine
nutuk dinlettiriyordum da
düşünmüyordum
geçiyordu günlerimin genci gençliği
alın alıyordum yabancılıkları zırhsız
içinde rüzgarlar beriliyor mintanlarımın
askılarda karyola başlarında çıkarıp
bıraktığım..?
Cahit Zarifoğlu
Sen Kuş Olur Gidersin Bir Trenle
Uzun bir geçmişimiz var
Hiç yorulmadan
En azından bir kere
eğlenceli beşik
ha biz varız
ha biz maskeli balo
Saygıya durup üstün bir gecede
Bir sır payı katlayıp
sade bir kahveden
Keyifsiz bir detayın hükmüyle
ha biz yokuz
ha biz seferde
Ya bu kez ölenleri görmeliysek
Ya sen kuş olup gitmeliysen bir trenle
Parka dolalım
Park bizi alır önce
Seyrimizden bir sabah kazanır
Eğri fakat daha çok eğrilmez bir şöförle
Sayısız rampaya katlanır
ya güneşten daha zengin
sofraya diz çökeriz
ya sen kuş olup gitmeliysen bir trenle
Oysa sergimize kuşlar gelir uzanır.
Cahit Zarifoğlu