Can YÜCEL

 Bağlanmayacaksın



Bağlanmayacaksın bir şeye, öyle körü körüne. 

"O olmazsa yaşayamam." demeyeceksin. 
Demeyeceksin işte. 
Yaşarsın çünkü. 
Öyle beylik laflar etmeye gerek yok ki. 
Çok sevmeyeceksin mesela. O daha az severse kırılırsın. 


Ve zaten genellikle o daha az sever seni, 

Senin onu sevdiğinden. 
Çok sevmezsen, çok acımazsın. 
Çok sahiplenmeyince, çok ait de olmazsın hem. 
Hatta elini ayağını bile çok sahiplenmeyeceksin. 
Senin değillermiş gibi davranacaksın. 
Hem hiçbir şeyin olmazsa, kaybetmekten de 
korkmazsın. 
Onlarsız da yaşayabilirmişsin gibi davranacaksın. 
Çok eşyan olmayacak mesela evinde. 
Paldır küldür yürüyebileceksin. 
İlle de bir şeyleri sahipleneceksen, 
Çatıların gökyüzüyle birleştiği yerleri sahipleneceksin. 
Gökyüzünü sahipleneceksin, 
Güneşi, ayı, yıldızları... 
Mesela kuzey yıldızı, senin yıldızın olacak. 
"O benim." diyeceksin. 
Mutlaka sana ait olmasın istiyorsan birşeylerin... 
Mesela gökkuşağı senin olacak. 
İlle de bir şeye ait olacaksan, renklere ait 
olacaksın. 
Mesela turuncuya, yada pembeye. 
Ya da cennete ait olacaksın. 
Çok sahiplenmeden, Çok ait olmadan yaşayacaksın. 
Hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi, Hem 
de hep senin kalacakmış gibi hayat. 
İlişik yaşayacaksın. Ucundan tutarak...

Can Yücel


Gitmek   



Bugünlerde herkes gitmek istiyor.

Küçük bir sahil kasabasına,
Bir başka ülkeye, dağlara, uzaklara...


Hayatından memnun olan yok.

Kiminle konuşsam aynı şey...
Herşeyi, herkesi bırakıp gitme isteği.


Öyle "yanına almak istediği üç şey" falan yok.

Bir kendisi.
Bu yeter zaten.
Herşeyi, herkesi götürdün demektir.
Keşke kendini bırakıp gidebilse insan.
Ama olmuyor.


Hadi kendimize razıyız diyelim, öteki de olmuyor.

Yani herşeyi yüzüstü bırakmak göze alınmıyor.


Böyle gidiyoruz işte.

Bir yanımız "kalk gidelim",
öbür yanımız "otur" diyor.


"Otur" diyen kazanıyor.

O yan kalabalık zira...
İş, güç, sorumluluk, çoluk çocuk, aile,
Güvende olma duygusu...
En kötüsü alışkanlık.
Alışkanlığın verdiği rahatlık,
Monotonluğun doğurduğu bıkkınlığı yeniyor.
Kalıyoruz...
Kuş olup uçmak isterken, ağaç olup kök salıyoruz.


Evlenmeler...

Bir çocuk daha doğurmalar...
Borçlara girmeler...
İşi büyütmeler...
Bir köpek bile bizi uçmaktan alıkoyabiliyor.


Misal ben...

Kapıdaki Rex'i bırakıp gidemiyorum.
Değil bu şehirden gitmek,
İki sokak öteye taşınamıyorum.
Alıp götürsem gelmez ki...
Bütün sokağın köpeği olduğunun farkında,
Herkes onu, o herkesi seviyor.
Hangi birimizle gitsin?


"Sırtında yumurta küfesi olmak" diye bir deyim vardır;

Evet, sırtımızda yumurta küfesi var hepimizin,
Kendi imalatımız küfeler.


Ama eğreti de yaşanmaz ki bu dünyada.

Ölüm var zira.
Ölüme inat tutunmak lazım,
İnadına kök salmak lazım.


Bari ufak kaçışlar yapabilsek.

Var tabii yapanlar, ama az.
Sadece kaymak tabakası.
Hepimiz kaçabilsek...
Bütçe, zaman, keyif... Denk olsa.
Gün içinde mesela...
Küçücük gitmeler yapabilsek.


Ne mümkün.

Sabah 9, akşam 18
Sonra başka mecburiyetler
Sıkışıp kaldık.
Sırf yeme, içme, barınmanın bedeli
Bu kadar ağır olmamalı.


Hayatta kalabilmek için bir ömür veriyoruz.

Bir ömür karşılığı, bir ömür yani.
Ne saçma...
Bahar mıdır bizi bu hale getiren?
Galiba.


Ben her bahar aşık olmam ama

Her bahar gitmek isterim.
Gittiğim olmadı hiç,
Ama olsun... İstemek de güzel.

Can Yücel

Güzel'e   


Dün gece senin küçücük elinle yalnız yattık 

Yalnız senin küçücük elinle yalnızlık 
Kandilli ilkokulu kadar kalabalık 
Zilleri çaldığında düşlerinin 
Sınıfların kapıları ardına kadar açık 
Gökyüzünün, denizin, toprağın, hayalle, emeğin 
Haklı sınıfları 


Belki de baskın korkusuyla vefasız, akıntıya atılan 

Kitaplar varya onlardan 
Öğrenmiş Marx'ı, gümüş balıkları 
Ve belki de onun için o kadar, 
O kadar aydınlık ortalık... 


Sen ki çicekleri toplamayan güzelim 

Çicekleri sulayan çocuk 
Ve ben ki buruk ve kavruk 
Bir ihtiyar adamım artık 
Öyle güzeldim ki senle, çiçeklerden çok 
Ve anladım, anladım ki bir daha 
DÜŞÜNDE BİLE GÖREMEZ İŞLER 
DÜŞLERİN GÖRDÜĞÜ İŞLERİ

Can Yücel 


Hayal Oyunu   



Ellerindi ellerimden tutan

Ellerimdi ellerinden tutan...
Bıraktığı anda ellerimiz ellerimizi
Gökyüzüne vuracaktı gölgeleri ellerimizin
Kimbilir kaç martılar halinde...


Bir masada karşı karşıya

Seyrederken dudaklarını senin,
Dile gelmiş ilk Türkçeydik...
Henüz başlamış külrengi bahar,
Ne savaş, ne barıştık biz...


Bu dünyaya yeni gelmiş bir diyar

Manolyaya gece konmuş kumrular...

Can Yücel 


Herşey Sende Gizli   



Yerin seni çektiği kadar ağırsın 

Kanatların çırpındığı kadar hafif.. 
Kalbinin attığı kadar canlısın 
Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç... 
Sevdiklerin kadar iyisin 
Nefret ettiklerin kadar kötü.. 
Ne renk olursa olsun kaşın gözün 
Karşındakinin gördüğüdür rengin.. 
Yaşadıklarını kar sayma: 
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna; 


Ne kadar yaşarsan yaşa, 

Sevdiğin kadardır ömrün.. 
Gülebildiğin kadar mutlusun 
Üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin 
Sakın bitti sanma her şeyi, 


Sevdiğin kadar sevileceksin. 

Güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer 
Ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın 
Bir gün yalan söyleyeceksen eğer 
Bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın. 
Ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret 
Ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın 
Unutma yagmurun yağdığı kadar ıslaksın 
Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak. 
Kendini yalnız hissetiğin kadar yalnızsın 
Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü. 
Kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin.. 


İşte budur hayat! 

İşte budur yaşamak bunu hatırladığın kadar yaşarsın 
Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün 
Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun 
Çiçek sulandığı kadar güzeldir 
Kuşlar ötebildiği kadar sevimli 
Bebek ağladığı kadar bebektir 
Ve herşeyi öğrendiğin kadar bilirsin bunu da öğren, 
Sevdiğin kadar sevilirsin...

Can Yücel 


İkimizin Arasında   



Bir gün şayet camsız çerçevesiz penceresiz

Bir gün ben, çadır bezi bir perdeden
Günlerin toz-toprak şarkısını çırparken
Canevimin önünden geçersen,
Bir gün şayet boynumda yem torbası hayallerim asılı
Bir gün şayet samançöpü bir sokak dişlerim arasında
Canevinin önünden geçersem
Anlatırım nasıl nerde
Bir ulu çınara takılı bir kuyrukluyıldız
Bir yeşil telaşta çırpınan ışığımız
Anlatırım nasıl nerde...
Sonra eğilir kulağına derim: Bekle
Çocukken kaçırdığım uçurtma dönsün gelsin
Hele çarpsın bu çerçi yükü şehirlere,
Hele ürksün fincancı katırları!

Can Yücel

Öyle Bi   



Temiz gömlegimi giydim talimden sonra

Ayaklarını yıkıyor çeşme başında erler
İşte sen öyle bir serindin
Tuzladan kaptılarla inerken şehre
Ne güzel şey sivil denmesi çıplağa
Ve gün-açık penceresinden meselerin
Yamacın kuytusuna sokulmuş mavi
Ufacık bi parça deniz gibiydin


Şipka biberleriyle konmuş okulun camlarına

Arnavut Köyünün o muhacir güneşi
İste sen öyle bi cumartesiydin
Sahanlıkta saçlarını tarıyor kızlar
Raylar ondan böyle kıvılcımlanıyor
Köşeleri dönerken, önlükleri altından
Dünyaya başlar gibi aybaşlarının kokusu
Kalkan al tıramvaydın ergenlik durağımdan


Meyvahoşun orda bir sabahcı kahvesi

Gün ağarmıştı ama ben günaydın demedim
İşte sen öyle ışıklı bir yerdin.
Bilmiyordum hiç burda bir fırın olduğunu
Diz çöktüm asfalta, baktım aşağı, üüüü'üh!..
İşçiler ateşler ay çörekleri
Ve kılıc gibi taze ekmek kokusu...
Dağıttık evvel-allah yalnızlıkları


Yaşamak düğünse, sen orda gelindin

Seni soydum, Güler, dünyayı giyindim

Can Yücel 


Yeşil Şiir   



Baktıkça çoğalır yıldızlar gecede

Parmaklarınla sayılmaz;
Kimi duyulur, kimi duyulmaz,
Dinledikçe çoğalır gecede,
Sesler gelir,
Ya hızlıdan, ya yavaştan.


Her şey kendi dilince konuşur;

Karanlık örtse de üstünü
Gecede devam eder renk renk
Ağacın dalında, rüzgarda;
Her şey kendi rengince konuşur.


Gözlerini kapatır beklerdi;

Yaprağa benzer ellerini, avuçlarını uzatır,
Beklerdi işitinceye dek
Ağacın dalında, rüzgarda;
Yeşili duydu mu uyurdu
Rüyasında...

Can Yücel 


Yavaş!!   




Kafeslerin arkasında oturmuş, ince uzun gemiler gibi

limanda,
Olabileceklerden bahseder elleri, başlanmamış
nakışlarda,
Kendi güzelliğini seyreder gergefte kızlar.

Can Yücel 





 Akdeniz yaraşıyor sana  
Akdeniz yaraşıyor sana
Yıldızlar terler ya sen de terliyorsun
Aynı ıslak pırıltı burun kanatlarında
Hiç dinmiyor motorların gürültüsü

Köpekler havlıyor uzaktan
Demin bir çocuk ağladı
Fatmanım cumbadan çarşaf silkiyor yine
Ali dumdum anasına sövüyor saatlerdir

Denizi tokmaklıyor balıkçılar
Bu sesler işte sessizliğini büyüten toprak
O sesinin sardunyalar gibi konuşkan sessizliği
Hayatta yattık dün gece

Üstümüzde meltem
Kekik kokuyor ellerim hala
Senle yatmadım sanki
Dağları dolaştım

Ben senden öğrendim deniz yazmayı
Elimden düşmüyor mavi kalem
Bir tirandil çıkar gibi sefere
Okula gidiyor öğretmenim

Ben de ardından açılıyorum
Bir poyraz çizip deftere
Bir ada var sırf ebabil
Dönüyor dönüyor başımda

Senle yaşadığım günler
Gümüş bir çevre oldu ömrüm
Değince güneşine
 Neden sonra buldum o kaçakçı mağarasını

Gözlerim kamaşınca senden
Ölüm belki sularından kaçırdığım
O loş suda yıkanmaktır
Durdukça yosundan yeşil

Kulaç attıkça mavi
Ben düzde sanırdım yıkıntım
Örenim alkolik asarım
Mutun doruğundaymışım meğer

Senle çıkınca anladım
Eski Yunan atları var hani
Yeleleri bükümlü
Gün inerken de öyle

Ağaçtan izdüşümleriyle
Yürüyor Balan tepeleri
Yürüyor bölük bölük can
Toplu bir güzelliğe doğru
Kadınım Yaraşıyorsun sen Ramazan'a
Can Yücel