Erdem Bayazıt

Birazdan Gün Doğacak   

Nuri Pakdil'e

Beton duvarlar arasında bir çiçek açtı 
Siz kahramanısınız çelik dişliler arasında 
Direnen insanlığın 
Saçlarınız ıstırap denizinde bir tutam başak 
Elleriniz kök salmış ağacıdır zamana 
O inanmışlar çağının. 
Zaman akar yer direnir gökyüzü kanat gerer 
Siz ölümsüz çiçeği taşırsınız göğsünüzde 
Karanlığın ormanında iman güneşidir gözünüz 
Soluğunuz umutsuz ceylanların gözyaşına sünger. 
Gün doğar rüzgar eser bulut dolanır 
Rahmet şarkısı söyler yağmurlar 
Alnınız en soylu isyandır demir külçelere 
Gürültü susar ses donar sevgi tohumu patlar 
Sessiz bir bombadır konuşur derinlerde. 
Ey bizim sabır yüklü toprağımızın kutsal ağacı 
Sen bize hayatsın umutsun mezarlar kadar derin 
Bizi tutan bir şey varsa dirilten o sensin 
Üzerinde uyuduğumuz yavru kuşların 
tüy renkli sıcaklığı. 
Ey damarlarımızda donan buz yüklü heykeller 
beldesinden 
Yıkıntılar sonrası sarındığım şefkat anası 
Ey dağları yerinden oynatan ses ey mermeri toz eden 
rüzgar 
Ey alemi donatan ışık toprağa can veren el. 
Gün olur toprak uyanır ağaç uyanır uyanır böcekler 
Sarı bozkır titrer çıplak ağaçlar yeşerir gök yıkanır kirli 
dumanlardan 
Su coşar deniz kabarır canlanır ölü şehirler 
Yemyeşil bir rüzgar eser yıldızlar arasından. 
Şimdi siz taşıyorsunuz müjdenin kurşun yükünü 
Çatlayacak yalanın çelik kabuğu 
Sizin bahçenizde büyüyecek imanın güneş yüzlü çocuğu.
Erdem Bayazıt 


Bulmak   

Bir an kayboldun gibi! yaşadım kıyameti 
Yoruldun ama buldun ey kalbim emaneti 

Yeniden su yürüdü dalıma yaprağıma 
Bir bakışın can verdi kurumuş toprağıma 

Çiçeğe durdu kalbim içtim parmaklarından 
Göz çeşmem suya erdi sevda kaynaklarından 

Bir aydınlık denizin sonsuz derinliğinde 
Yüzüyorum gözünün yeşil serinliğinde 

Bir ışık bir kelebek biraz çiçek biraz kuş 
Yeni bir ülke yüzün ellerimde kaybolmuş 

Soluğum bir kuş gibi uçuyor ellerine 
Kapılıp gidiyorum saçının sellerine 

Gözlerinden göğüme sayısız yıldız akar 
Bir gülüşün içimde binlerce lamba yakar 

Bir kurtuluştur o an çağrılsa senin adın 
Sesin ne kadar sıcak sesin ne kadar yakın 

Tabiat bir bembeyaz gelinlik giymiş gibi 
Yüzüme kar yağıyor sanki elinmiş gibi 

Sensiz geçen zamanı belli yaşamamışım 
Sensizlik bir kuyuymuş onu aşamamışım 

Bir yol buldum öteye geçerek gözlerinden 
İşte yeni bir dünya peygamber sözlerinden 

Ölüm bize ne uzak bize ne yakın ölüm 
Ölümsüzlüğü tattık bize ne yapsın ölüm
Erdem Bayazıt 


Dağlar   

Burçlarında ceylan taşıyan yücelere ey
Ayın hüzün saati gözlerinden
Kuytu yerlerine sümbüller dökülen
Nergisler açan eteklerinde
Göklerden muştular indiren güvercinleriyle
Dorukları bembeyaz yaşmaklarıyla
Güneşe uzanan ağaçlarıyla
Zamanı hiç geçmeyecekmiş gibi donduran
Ey bir yanıyla derin sulara dayanan
Ey dağlar nerdesiniz ey.

Kim bizi senden koparan
Hangi ses çağıran bulvarlara
Dengemizi bozan intihar vitrini bulvarlara
Erdem Bayazıt 


Diriliş Saati   

Ey bir emre hazırlanan simsiyah gecede 
Karanlığı emip emip de gebe kalan 
Ey her depremden sonra biraz daha doğrulan 
Herkesin 
Veba girmiş bir şehrin hem halkı 
Hem seyircisi olduğu bir günde 
Ey düştüğü yerden kalkmaya hazırlanan ülke. 
Her damlası bir zafer müjdecisi 
Bir posta eri gibi 
Yağmur yüzümüze değince 
Çıkacağız yola. 
Çıkacağız yola 
Hesap günü gelince 
Yağmur yüzümüze değince 
Güneş bir mızrak boyu yükselince.
Erdem Bayazıt


Güneşçağ Savaşçıları   

Gözlerinde gök sancısı 
İçlerinde okyanus uğultusu uzun mızraklarla 
yararak karanlığı 
Gelip dayandılar şehrin sivrilmiş tırnaklarına 
Çarpık dudaklarıyla kırpılmış saçlarıyla 
Soyguna uğramış yüzleriyle 
Barbar ellerin işgal ettiği sonra terk ettiği 
Harabe kadınlar 
Gidip gidip gelirlerdi camekanlı çarşıda 
Bu kirazı kim yer kim satar 
Hangi savaştan arta kalmış bu çocuklar. 
Sonsuz devirleri aşarak savaşçılar geldiler 
Ve akşamın ipini kestiler 
Gece putun üstüne devrildi put yere devrildi 
Yanlış pazarlara sürülmüş yılgın uykusu şehrin 
Ortasından bölündü. 
Kollarını derin balkonlara dayamış bilinçleri 
ustura savaşçılar 
Taradılar gözleriyle ağır ağır şehrin saçlarını 
Ayıkladılar bir bir bitlerini 
Fosfor ellerini uzatarak balkonun uçsuz uzantısından 
Yanan şehri tuttular 
Şu bizim atımızdır deniz hipodrom 
Nehrin yatağını öp sen ey savaşçı 
Birikinti gölleri geç apartmanları geç kaldırımları 
Bir bir ayıkla mezarları. 
Güneşçağ öncüleri yolları tuttu dua erleri tuttu 
Yüzleri Mekke ülkesi gözleri Medine çeşmesi 
Elleri altınçağ mimarı.
Erdem Bayazıt


Güvercinler   

Bir ağaç bir mezartaşını yutuyordu çarşıkapıda
"İçimizde kıpırdanırken İstanbul"
Bir çocuk mabedlerin susamışlığını satıyordu
Sesini hatırlayamadığımız bir su testisinde
Güneş sanki günahımızdı üstümüzde.

Sonra bu güvercinler niye varlar
Bir anıyı yaşatmak için mi
Ölümsüz bir ses mi taşımak için ötelere
Avuç içlerinde camilerin.
Erdem Bayazıt


Haber Veriyorum   

Altımızda kayan bu ölü şehri durdursana 
Ey gücü toprak kadar eski 
Ey gücü yer kadar ağır çocuk 
Büyüyen elimin üstüne koy elini 
Sana bir yürek vuruşu gibi belirli 
Gelen zamanı haber veriyorum.
Erdem Bayazıt


Kar Altında Hüzün Denemesi   

Dünyanın en uzun hüznü yağıyor 
Yorgun ve yenilmiş insanlığımızın üstüne 
Kar yağıyor ve sen gidiyorsun 
Ağlar gibi yürüyerek gidiyorsun 
Belki bulmağa gidiyorsun kaybettiğimiz 
O insan ve tabiat çağını 
Dön bana ve dinle 
Kuşlar uçuşuyor içimde 
Loş bir keman solosu gibi 
Kuşların uçuştuğunu içimde 
Dön bana ve dinle. 
Karanlık denizlerin dibinde 
Birtakım incilerin olduğunu 
Birtakım incilere ve hatıralara 
Neden bağlı olduğumuzu unutma. 
Duy beni ve dinle 
Denizler boğuşuyor içimde. 
Unutma diyorum ama sen anla 
Anlat bizim de yaşamak istediğimizi onlara.
Erdem Bayazıt


Ölüme Saygı   

Ölüm bir melek elinde gelir 
Ve öper usulca çocuk yüzleri. 
Belki bir gün kurtuluruz 
Karıncaların yolunu şaşırtan ince rüzgarlarla 
Kaplumbağaların hasret kaldığı derin tepelerde 
Çocuk gibi bakalım mavi sulara 
Şehirlere bakalım insanlığımızı eskittiğimiz 
Sislerden dumanlardan yollara atılan 
mısır koçanlarından 
Belki tutarız birgün belki kurtarır bizi 
Simsiyah saralım bezlerle dağları rüzgarları 
Gül bahçeleri ağlasın 
Dallarda salınan çocuk salıncakları ağlasın 
Kırmızı balonlar bizsiz kaybolsun gökyüzünde. 
Haydi sığının şehirlere 
Kabuğunuza çekilin yorganınızı çekin üstünüze 
Kalsın titrek ve mavi elleriniz 
Bekleyin geliyor ölüm usulca 
Usulca girer koynunuza.
Erdem Bayazıt 


Ölünün Kıyıları   

M.Akif İnan'a

Gök boşanarak üstümüze
Bizi ıslak saçlarından geçirir karanlığın
Gece siyah bir at olur da uçar
Uykumuzun soluyan denizine.
Babalar ölümü dengede tutar
Seçerek en sağlam vakti arabasına.
Şimdi o araba uçuyorsa
Bir Asya çölünü kanat yaparak
Ey üstümüze gelen
Ey çocukların gözlerinden dökülen
Ölümü konuşan damla damla
Ey beklediğimiz her an
Ey bize son sözü muştulayan
Bizi bulan şahdamarımızda
Ey sürücüleri babalarımız olan.
Bir an dudaklarıyla
Değen alnımıza masmavi
Bir güvercin kanadı gibi
Ey annelerin sesi
İçimizde savrula savrula
Yağan bir bahar yağmuru gibi
Çağırırdı oğullarını yola
Ben işte o zaman
Saygı ile ve güvenerek
Selamlayacağım önden gideni
Yılanlar tüylerini dökerken
Eğerken dağlar başlarını önlerine
Birinin yeşil yaprağı kutsaması gerek
Birinin akan suyu tutması
Altında durarak gökten boşananın
Sonra yükselterek sesimi konuşacağım.
Sen dur burda ey insan
Duy içinde tutuşan ormanı
Ve yakıştırmasını bil üstüne ey ademoğlu
Usta bir makasla biçilen toprağı.
Erdem Bayazıt


Önden Gidenler İçin   

Sait Mutlu, Sabri Aslan, Mehmet Emin Balyan, Ahmet Yücel'in

Onlar gittiler 
Yalnız bir yemin kaldı aramızda 
Ben şimdi bu yanda 
Kasılmış çıplak bir kurşun gibiyim 
Namluda. 
Onlar gittiler 
Topraktan bir işaret taşıyarak alınlarında 
Ben şimdi bu yanda 
Gerilmiş bir an gibiyim 
Doğumla ölüm arasına. 
Onlar gittiler 
Gelen zamandan bir haber gibiydiler. 
Ben şimdi bu yanda 
İçilmiş bir and için bekleyenim 
Kurulmuş saat gibi. 
Onlar gittiler 
Giderken bir muştu gibiydiler.
Erdem Bayazıt


Yok Gibi Yaşamak   

Boğuk bir bakışın oluyor senin 
Bir girdap derinliğinde kayboluyor gibiyim 
Yok gibi yaşamak bu kalkıp kurtulmak gibi kalabalıktan 
Durma bana türkü söyle anadolu olsun 
Susuz dudak gibi çatlak olsun 
Karanfil gibi olsun kara çiçek gibi solgun yüzün 
Durmadan akıyor kalbim ayaklarına bana 
karanlık bakma 
Ağlıyorum bir karanlık karayel saçlarına 
Çekme ülkemden nar yangını gözlerini 
Beni bu kentten kurtar beni yalnız ko git beni 
Arıyorum arıyorum o ilk çağ ırmaklarında sedef ellerini 
Susmam seni ürkütmesin içimde çağlar var bilmelisin 
Katı bir yalnızlık bu bilmelisin 
Kaçmam kendimi bulmam ben senden yoksunum iyi 
bilmelisin. 
Şu yalnızlık çıkmazında önümde niye sen varsın 
Niye her şey bir anda kayıyor sen kayıyorsun 
Kalbim niçin bu kadar yabancı sen niye yoksun 
Bir sam yüklü geceleri içimden atamıyorum 
Niye bunları bir anda unutamıyorum 
Hadi tut elimden gök gibi ölü kadar yalnızım
Erdem Bayazıt 


Veda   

Bu şehirden gidiyorum
Gözleri kör olmuş kırlangıçlar gibi
Gururu yıkılmış soy atlar gibi
Bu şehirden gidiyorum

İnsanlar taş gibi bana yabancı
Ağaçlar bensiz hüküm giyecek bulvarlarda
Bir tambur bir yalnızlığı anlatıyorsa
O ışıksız pencereden
Ben onu bile bile duymuyor gibiyim.

Bu şehirden gidiyorum
Gömerek geceyi içime
Sabahın hüznünü beklemeden
Gidiyorum bu şehirden.
Erdem Bayazıt 


Şehrin Ölümü   

Giriş: 
Duvarlar çıkıyor önüme 
Şehrin mahpus yüklü duvarları 
Hiçbir sır kalmamış ardında hiçbir duvarın 
Nereye gitti diyorum benim elbisem nerede 
Şehir soyunmuş diyor biri 
Şehrin elbisesini çalmışlar 
Bütün şehir çöküyor yüzünde bir insanın 
Şehir boğuluyor içinde insanların kan gibi bir sesle 
Mor bir kabus çöküyor üstümüze 
Parkta son ağaç da ölüyor intiharı hatırlatan bir ölümle 

Veda çizgisi 
Kalabalık toplanıyor büyük meydanlara 
------------------------ Aşka veda 
İnsanlar geçiyor yollardan 
------------------------ İnanca veda 
Şehir kapanıyor içine 
------------------------ Toprağa veda 
Dolaşıyor bir heykelin taştan eli üstlerinde insanların 
Kuşlar göç ediyorlar bulutlar göç ediyorlar 
Yüzünde son gülümseme kaybolurken çocukların 
------------------------ İnsana veda 
Bir gezgin adam 
Bir adam belki de en çok bir rüzgardır şimdi 
Sisli yabancı gölge gibi gezgin bir rüzgar 
Şehri bir yabancı gibi dolaşıyor 
Şehrin mabetleri bir bir tükeniyor 
Başlıyor içinde sonsuz susuzluk 
Avuçların içi terliyor. 

Kaos 
Kirli yollar kapansın sular akmasın deniz 
sığmasın kabına 
Gün batmasın aydınlatsın yüzlerde 
umutsuz mahkumluğu 
Makineler çalışsın taşlar yarılsın ortalarından 
Anneler ağlamasın çocuklar gülmesin 
Gök çöksün toprak başkaldırsın su sussun 
Ağaçlar durmasın bütün saatler dursun 
Durmasın ulu rüzgar şehri göklere savursun. 

Durum 
Makinalar bir elin baş parmağını çarmıha geriyorlar 
Akıl bir akreptir intihara hazır. 

Anı 
Bizim ellerimiz vardı şimdi onlar nerede 
Kadife gibi okşardık çocuk yüzlerini şimdi onlar nerede 
Şehirde evler olurdu sıcak odaları olurdu evlerin 
Sığınacak yatakları olurdu bu bizim yatağımız derdik 
Bayram günleri donanırdık su gibi yumuşardı 
yüreklerimiz 
Camilere dolardık tüm olmaya ererdik 
Biz vardık şimdi o biz nerede. 

Bitiş 
O en öksüz köşesine sığındığımız yalnızlığın 
Yalnızlığın teselli çiçekleri üstümüze 
Göçen son kuşların sedef gagalarından dökülür 
Şehir bir mahşer gibi içimizde ölür.

Erdem Bayazıt


Sürüp Gelen Çağlardan   

Yeryüzü bana mescit kılındı 
Ant verdim toprak şahit tutuldu 
Her sabah her öğle her akşam 
İkindiyle yıkanarak yatsıyla donanarak 
Seslerden bir sesle fırınlanıp 
Sulardan polatlanan benim. 
Geldim durdum önünde işte bir anıt gibi 
Sıyırarak sırtımdan bir yılan giysisini. 
Evet bir hançer ağacı gibi büyüyor içimde acı 
Dağlardan bir dağ gibi kabaran yüreğimde. 
Kargaların sırtlanlarla anlaştığı bir günde 
Bir yabancı fırtınaya tutulan yapraklarım 
Kudüs'te Mescid-i Aksa'da 
Belki bir batı karanlığında Topkapı'da 
Yangına uğramışsa 
Duymaz olmuşsa kulaklarım göklerin muştu sesini 
Elbet kıracağım bir gün bu ihanet kelepçesini 
Çün defterler açılıp hesap soruldukta 
Yetimin hakkı soruldukta yoksulun hakkı soruldukta 
Milletim omuz omuza verip 
Kıyama duruldukta. 
Gündüzler nasıl beklerse gecenin bitmesini 
Sabırla söküyorum bu tarih gecesini. 
Yüreğim usul usul vuruyor Kafkasyalım 
Namludan yeni çıkmış sıcacık kurşun gibi 
Dağlılar dağlar gibi ormanlar ordu gibi ağaçlar asker gibi 
Bir şimal rüzgarı değil bir Şamil fırtınası 
Tutsaklık haritası değil bir zafer coğrafyası 
Can pazarında Azerbeycan'da 
Bir türkü işliyor nakışını kalbimin üstüne 
"Kurban olayım ayına ayına yıldızına" 
Bir ucundan dünyanın öbür ucuna 
Kan olup dolaşan damarlarımda 
Arabistan’da Pakistan’da Türkistan’da 
Şu anda 
Iran'da Afganistan'da. 
Gecelerden bir gece en kesin bir tarih gecesini 
Delecek elbet yangina ugramiş gözlerim 
Içimde kayalaşan bu güç bu savaş birikintisi 
Sagdan sola kavisler çizerek 
Ak bir kagit üstüne dolaşir gibi 
Dolaşan Asya'yi Afrika'yi Amerika'yi 
Sonra bir solukta geçerek üstünden Avrupa'nin 
Avrupa'nin Rusya'nin. 
"Yememiştir hiç kimse 
Elinin emeginden daha hayirlisini" 
diyerek 
Şafak gibi alinlara terle yazilmiş 
Hakkin mutlak ölçüsünü 
Elbet benim işçilerim çekecek 
Emegin kutsal diregine. 
O işik ki düşer bir zenci yüregine 
Birden aydinlik kazanir zulme ugramiş bütün yürekler 
Onulmaz hint agrisina tükenmez çin sancisina 
Isyanin macarcasina ezilmenin çekoslavakcasina 
Yanmanin polonyacasina direnmenin vietnamcasina 
Gerillanin arapçasina 
Yetişecek elbet benim müjdeci sesim. 
Ey insan ey şimdilerde hep bir beklemeye duran 
Duy zaman içre sürüp gelen bu sesi 
Sürüp gelen çaglardan çaglara 
Renk veren tarihe yeşil çaglayan 
Savaşçi yüreginden savaşçi yüregine 
Cezayirden senegalden 
Yüregimin içine Bogaziçine 
Kelimelerden bir kelime diken yeryüzüne. 
Dünyanin kalbini dinle geliyor adim adim 
Dallar meyvaya dursun toprak tohuma dursun 
Insan barişa dursun selama dursun zaman 
Sabir savaş zafer. Adim : MÜSLÜMAN.
Erdem Bayazıt 



Soru   

Artık beni parktaki ağaç bile anlamıyor
Siyah kedinizin kuyruğunda sallanan zaman
Bir zamanlar sevinçle giyindiğim
Ak bir güvercin kanadı gibi gururla giyindiğim
Temiz ve mavi giysim değil artık.

Yalnız imkansızlığı mı anlatır bir bulut
Yağmaya hazır bekliyorsa gökyüzünde.
Erdem Bayazıt


Sebep Ey   

Fetih Gemuhluoğlu'nun aziz anısına

Ürpertir tabiat üfleyince rüzgarı derin gök soluğu 
Ulu ses dokununca çarka 
Düşer ölümün gölgesi eşyaya. 
Başlar eşyada hareket kurtulmak için kendinden 
Daha öteye geçmek için arınmak gibi elbiseden 
Yakalar ölümsüzlüğün sonsuz ipini 
Sonra ses olur 
Zamanın idrak incisi ses döner döner döner de 
Yönelir sebebe 
Sebeb ey. 
Sesi damarla çizer 
Mutlak sözü damarda kanla çizer 
Uzar bir göz ağrısının gecesi uçsuz bir nehir gibi 
Bir bebeğin ilk hecesi düşer ağzından ansızın ve bulur 
Aklı yontan o sonsuz sesi bulur 
Sonra toprak sıkışır sıkışır taşar da renk olur tarlada 
Güneşin çarpılmış elçisi Van Gogh'la gelir önümüze 
Portakalla yayılır karanfilde tutuşur karar kılar denizde 
Renk denizde karar kılan ebedi tarla olur 
Renk başkaldırırken helezonlar çizerken ses 
Som fatih su fetheder tabiatı 
Döner döner döğünür eritir dağları yobaz kayaları 
Daha der sığmaz kabına yönelir göğe teslim olur 
Ve düşerken toprağa çağırır 
Sebeb ey. 
Her sabah bütün bitkiler iştahlı bir çocuktur 
Emer emer emerler toprak anayı 
O sultan hazinesi o hep veren sonsuz cömert anayı 
Yeşil hayat kırmızı hareket sarı sabır emerler 
Ve beyaz iman çizer sesini 
Tamamlar kavisini 
Sebeb ey.
Erdem Bayazıt


Soluyan Deniz   

Bir çığlık düştü karanlıklardan
Issız denize

Ses beton gibi buz tutuyordu
Bir takım gölgeler gidip geliyordu
Ay ışıkları gidip geliyordu
Deniz yaralı bir tay gibi soluyordu.

Kim bizi çeken ayaklarımızdan
Suyun yumuşaklığına
Yerin katılığına
Göğün karanlığına.

Bir göz bizi denetliyor -- bu muhakkak
Bir çığlık boğuluyor denizde -- bunu iyi duyuyoruz
Bir ışık kesiyor karanlığı bir ustura ağzında
Bilmediğimizi anlıyoruz
Görmediğimizi seziyoruz

Yeni bir çağa çıkıyoruz saçlarımızdan
Erdem Bayazıt 


Sabah Koşusu   

İlk güneşi duyuyoruz etimizde
Derimizde ansızın kaçak bir rüzgar yakalıyoruz
Bir serinliyoruz bilseniz bir serinliyoruz
Her gün gidip beş vakit
Denizi öpsek yeridir.

Bir karınca durmuş yaşamayı anlatıyor
Bir dinliyor böcekler görseniz bir dinliyor
Bir çoban yıldızları sayıyor
Bir arabacı şapkasını atıyor havaya.

Sabah oluyor yalınayak koşuyoruz yeni bir çağa
Derin asfaltları duyuyoruz
Sıcaklığını duyuyoruz
Bazen bir serinlik doluyor içimize
Ayaklarımızdan
Göğü kapatan çatıları yıkıyoruz ellerimizle
Ve şunu iyi anlıyoruz
En iyisi yürüyerek gidilir yaşamağa.
Erdem Bayazıt


Önden Gidenler İçin   

Sait Mutlu, Sabri Aslan, Mehmet Emin Balyan, Ahmet Yücel'in

Onlar gittiler 
Yalnız bir yemin kaldı aramızda 
Ben şimdi bu yanda 
Kasılmış çıplak bir kurşun gibiyim 
Namluda. 
Onlar gittiler 
Topraktan bir işaret taşıyarak alınlarında 
Ben şimdi bu yanda 
Gerilmiş bir an gibiyim 
Doğumla ölüm arasına. 
Onlar gittiler 
Gelen zamandan bir haber gibiydiler. 
Ben şimdi bu yanda 
İçilmiş bir and için bekleyenim 
Kurulmuş saat gibi. 
Onlar gittiler 
Giderken bir muştu gibiydiler.
Erdem Bayazıt