GÖNLÜMCE



Yazmadım, 

Sana seni anlatabilecek bir şiir, 
Ya da seni, duygu seline kaptıracak bir şiir. 
Yazamadım. 
Seni, 
Bağıramadım belki dipsiz kuyulara, 
Gözlerime çizdim de resmini, unutamadım. 
Seni. 
Anlatabilecek; 
Değilim ki, yazdığım üç beş dizede. 
Bu kadar sevgiyi hangi cümle? 
Kaldırabilecek? Bir nefeste.. 
Bir, 
Bilseydi eğer ruhumuzdaki uyumu, 
İlham alır mıydı bizden en ünlü, 
Şair. 
Değilim, 
Kendini şiirlerinde kaybetmiş bir şair, 
Ya da adını şiirleriyle ölümsüzleştirmiş bir şair, 
Değilim. 
Seni, 
Bağıramadım belki dipsiz kuyulara ama 
Seni nurdan yaradılmış bir gözümden ayırt,Edemedim. 
Sensizliği.. 
Hak.. 
Etmedim, 
Senin içinde olmadığın bir dua, 
Seni nurdan yaradılmış bir gözümden ayırt, 
Edemedim.


Otuz Beş Yaş



Yaş otuz beş! Yolun yarısı eder.
Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider.
Şakaklarıma kar mı yağdı ne?
Benim mi Allahım bu çizgili yüz?
Ya gözler altındaki mor halkalar?
Neden böyle düşman görünüyorsunuz;
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?
Zamanla nasıl değişiyor insan!
Hangi resmime baksam ben değilim:
Nerde o günler, o şevk, o heyecan?
Bu güler yüzlü adam ben değilim
Yalandır kaygısız olduğum yalan.
Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız;
Hatırası bile yabancı gelir.
Hayata beraber başladığımız
Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir;
Gittikçe artıyor yalnızlığımız
Gökyüzünün başka rengi de varmış!
Geç farkettim taşın sert olduğunu.
Su insanı boğar, ateş yakarmış!
Her doğan günün bir dert olduğunu,
İnsan bu yaşa gelince anlarmış.
Ayva sarı nar kırmızı sonbahar!
Her yıl biraz daha benimsediğim.
Ne dönüp duruyor havada kuşlar?
Nerden çıktı bu cenaze? Ölen kim?
Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar.
N'eylesin ölüm herkesin başında.
Uyudun uyanamadın olacak
Kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak.
Taht misali o musalla taşında. 
Cahit Sıtkı Tarancı

Seviyorum Seni "Ayşeme ithafen"



Seviyorum seni
ekmeği tuza batırıp yer gibi

Geceleyin ateşler içinde uyanarak
ağzımı dayayıp musluğa su içer gibi

Ağır posta paketini
neyin nesi belirsiz
telaşlı, sevinçli, kuşkulu açar gibi

Seviyorum seni
denizi ilk defa uçakla geçer gibi

İstanbul'da yumuşacık kararırken ortalık
içimde kımıldayan birşeyler gibi

Seviyorum seni
Yaşıyoruz çok şükür der gibi.


Nazım Hikmet Ran 

İSTANBUL'U DİNLİYORUM

İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı
Önce hafiften bir rüzgar esiyor;
Yavaş yavaş sallanıyor
Yapraklar, ağaçlarda;
Uzaklarda, çok uzaklarda,
Sucuların hiç durmayan çıngırakları
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.
                    
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Kuşlar geçiyor, derken;
Yükseklerden, sürü sürü, çığlık çığlık.
Ağlar çekiliyor dalyanlarda;
Bir kadının suya değiyor ayakları;
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.
                    
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Serin serin Kapalıçarşı
Cıvıl cıvıl Mahmutpaşa
Güvercin dolu avlular
Çekiç sesleri geliyor doklardan
Güzelim bahar rüzgarında ter kokuları;
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.
                    
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Başımda eski alemlerin sarhoşluğu
Loş kayıkhaneleriyle bir yalı;
Dinmiş lodosların uğultusu içinde
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.
                    
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Bir yosma geçiyor kaldırımdan;
Küfürler, şarkılar, türküler, laf atmalar.
Birşey düşüyor elinden yere;
Bir gül olmalı;
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.
                    
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Bir kuş çırpınıyor eteklerinde;
Alnın sıcak mı, değil mi, biliyorum;
Dudakların ıslak mı, değil mi, biliyorum;
Beyaz bir ay doğuyor fıstıkların arkasından
Kalbinin vuruşundan anlıyorum;
İstanbul'u dinliyorum.
                    
                                 Orhan VELİ

BEN SANA MECBURUM


Ben sana mecburum bilemezsin 
Adını mıh gibi aklımda tutuyorum 
Büyüdükçe büyüyor gözlerin 
Ben sana mecburum bilemezsin 
İçimi seninle ısıtıyorum 

Ağaçlar sonbahara hazırlanıyor 
Bu şehir o eski İstanbul mudur? 
Karanlıkta bulutlar parçalanıyor 
Sokak lambaları birden yanıyor 
Kaldırımlarda yağmur kokusu 
Ben sana mecburum sen yoksun 

Sevmek kimi zaman rezilce korkudur 
İnsan bir akşam üstü ansızın yorulur 
Tutsak ustura ağzında yaşamaktan 
Kimi zaman ellerini kırar tutkusu 
Birkaç hayat çıkarır yaşamasından 
Hangi kapıyı çalsa kimi zaman 
Arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu 

Fatihte yoksul bir gramafon çalıyor 
Eski zamanlardan bir Cuma çalıyor 
Durup köşe başında deliksiz dinlesem 
Sana kullanılmamış bir gök getirsem 
Haftalar ellerimde ufalanıyor 
Ne yapsam ne tutsam nereye gitsem 
Ben sana mecburum sen yoksun 

Belki Haziranda mavi benekli çocuksun 
Ah seni bilmiyor kimseler bilmiyor 
Bir şilep sızıyor ıssız gözlerinden 
Belki Yeşilköy'de uçağa biniyorsun 
Bütün ıslanmışsın tüylerin ürperiyor 
Belki körsün kırılmışsın telâş içindesin 
Kötü rüzgâr saçlarını götürüyor 

Ne vakit bir yaşamak düşünsem 
Bu kurtlar sofrasında belki zor 
Ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden 
Ne vakit bir yaşamak düşünsem 
Sus deyip adınla başlıyorum 
İçim sıra kımıldıyor gizli denizlerin 
Hayır başka türlü olmayacak 
Ben sana mecburum bilemezsin..

ATTİLA İLHAN

ÜÇÜNCÜ ŞAHSIN ŞİİRİ



Gözlerin gözlerime değince 
Felaketim olurdu, ağlardım 
Beni sevmiyordun, bilirdim 
Bir sevdiğin vardı, duyardım 
Çöp gibi bir oğlan, ipince 
Hayırsızın biriydi fikrimce 
Ne vakit karşımda görsem 
Öldüreceğimden korkardım 
Felaketim olurdu, ağlardım 
Ne vakit Maçka'dan geçsem 
Limanda hep gemiler olurdu 
Ağaçlar kuş gibi gülerdi 
Sessizce bir cigara yakardın 
Parmaklarımın ucunu yakardın 
Kirpiklerini eğerdin, bakardın 
Üşürdüm, içim ürperirdi 
Felaketim olurdu, ağlardım 
Akşamlar bir roman gibi biterdi 
Jezabel kan içinde yatardı 
Limandan bir gemi giderdi 
Sen kalkıp ona giderdin 
Benzin mum gibi giderdin 
Sabaha kadar kalırdın 
Hayırsızın biriydi fikrimce 
Güldü mü cenazeye benzerdi 
Hele seni kollarına aldı mı 
Felaketim olurdu, ağlardım

ATTİLA İLHAN

ÖLÜM RİSALESİ



Damla damla oluşuyor hayat 
Ölüm kımıl kımıl 
Duymak kolay 
Anlatmak değil 

Her an 
Farkındayım 
Az az öldüğümün 

Bilincindeyim doğan ayın 
Eriyen karın akan suyun 
Ve usul usul tükenen zamanın 

Tekrarlayıp duruyor saat 
Vakit te mahluktur 
Vakit te mahluktur 

İşliyor kalbim 
Eskiyor saçlarım 
Ve gözlerimin en ince hücreleri 

Okuyorum hayatı 
Toprağın üstünden çok 
Altındakilerle var olduğunu 

Toprak 
Ölüme aç 
Ölüme muhtaç 
Hayat 

Ölüm muhakkak 
Ve ölüm mutlak 
Tek kapısıdır ölümsüzlüğün 

Ölümle tanıştıktan sonra anladım 
Sadece bir kimlik belgesi olduğunu yaşamanın 

Kesitler 

Mahlukta devinen 
Gürül gürül bir ırmaktır ölüm 

Babalar ölür 
Dolaşır eli ölümün 
Saçlarında anaların oğulların 

Analar ölür 
Kök salar hasret yüreklere 
'Bir evlat pir olsa da' 
O zaman anlar ancak neymiş öksüzlük 

Oğullar ölür 
Bir kafes olur ölüm 
Ana kalbi bir kuştur 
Azad kabul etmez 

Sevgililer ölür 
Bir hicret olur ölüm 
Bir sıla 

Mesela arkadaşlar 
Arkadaşlıklar vardır okullarda 
Bakarsın biri gelmez bir gün 
Ve artık hiç gelmeyecektir 
Simsiyah bir gölge düşmüştür adeta 
Bahçeye koridorlara sınıflara 
Bir fısıltı dolaşır dudaklarda 
Kimi kirpikleri ıslak 
Çökmüş bahçenin tenha bir yerine 
Elinde bir çöp resmini çizer toprağa 
Anıların 
Kimileri öbek öbek toplanıp 
Çaresizliği dile getirirler anlamsız sözcüklerle 
-Nasıl olur daha dün beraberdik 
-Salıncakta İki Kişi'yi izlemiştik daha dün nasıl olur 
-Geçen pazar kırlarda dolaşmıştık 
''Göçmen kuşlar yerli kuşlardan daha mutlu olmalılar 
Hayatı dolu dolu yaşıyorlar'' demişti unutamıyorum 

Sonra bir mezarlıkta Bir çukurun başında 
Bir kapının ağzında 
Herkez susar 
Konuşur ölüm 

Ve sürer hayat. 

Bazan bir tekerlek altında 
Ansızın gelir ölüm 
Apansız biter sınav 
Bir elektrik kesilmesi gibi 
Kesilir tulu emel 

Bazan ölüm vardır 
Ölümden önce gelir 
Mesela bir hapishanede bir hücrede yaşanır 
Sorular hep yanıtsız kalır orada 
Sadece konuşan rüyalardır 
Yahut hayaller suskun duvarlarda 
Gözler kabul eder parmaklar kabul eder 
Ama beyin hep umuttan yanadır 

Bazan akan bir film şeridinin 
Tek kare donan bir fotoğrafı gibidir 
Ölüm 
Karşıda bir manga asker 
Gözler namluların karanlık ağızlarını görmez de 
Takılıp kalır masmavi gökyüzünde 
Asılıp kalmış bembeyaz bir buluta 

Ölümden uzak ölümler vardır 
Gazete ilanlarında rastlanılan 
Dünyaya bağlılığın zavallı 
Ve muannit 
Bir belgesidir 
Daha çok kalanlara ait. 

Bir de bir örümcek ağının ortasına düşmüş 
Bir sineğin titrek bacaklarında seyretmiştim ölümü 

Ölümler vardır: 
Can kuş gibi uçar gider 
Bir martının süzülüp 
Kaybolması gibi maviliklerde 

Bir Portre 

Engin sakin berrak bir denize 
Uçsuz bir kumsaldan ağır ağır 
Nasıl yürürse insan 
Sokrates öyle yürüdü ölüme 

Tilmizleri ağlaşırken 
O vasiyet ediyordu: 
-Asklepyos'a bir horoz borçluyuz 
Unutmayınız. 

Ne tuhafsınız dostlar 
Güçsüz kadınlar gibi ağlaşmak niye 
Yükselmek varken ölümsüzlüğe 

İnancına sahip olmak 
İnsan olmanın şartı 
Kölelikler içinde en onulmaz kölelik 
Hayatın ölümcül yanına 
Takılıp kalmak değil mi? 

İlkin ayaklarında duydu Sokrates 
Zehirin soğukluğunu 
Ve yavaş yavaş ölüm 
Yükseldi göğsüne çenesine 

Dudaklarında donan son bir tebessümle 
Bir işaret taşı da böylece 
Sokrates dikmiş oldu ölüme 

Ölümün Sesi 

Ölümden bir işaret var her şeyde 
Ölümün sesini duyuyorum şarkılarda türkülerde: 
-Kışlanın önünde redif sesi var 
Namluların ucunda ölümün sesi! 

-Bir ay doğdu geceden oy oy 
Karanlığın ağzında ölümün sesi! 

-Erzurum dağları kan ile boran 
Vadilerin koynunda ölümün sesi 

-Ezo gelin durmuş bakar yollara 
Umudun ardında ölümün sesi! 

-Bir ihtimal daha var 
Umuddan da öte ölümün sesi! 

Kendi Ölümüme Ait Bir Deneme 

Bir gün öleceğim biliyorum 
Bunu her an ölür gibi biliyorum 

Anamın yüreğinde bir kor 
Ölene dek sönmeyecek bir ateş 
Kımıldanıp duracak hep 

Karım bomboş bulacak dünyayı 
-N'olurdu birlikte ölseydik, deyip duracak 
Oysa insan yalnız ölür 
Ama o olmayacak dualarla teselli arayacak 

Kızlarımın gırtlaklarında bir düğüm 
Bir süre kaçacaklar insanlardan 
Boşluğa düşmüş gibi bir duygu içlerinde 
Sonunda onlar da kabullenecekler öylesine 

Ölümüme en çabuk dostlarım alışacaklar 
-Yaşayıp gidiyorduk yahu 
Ne vardı acele edecek! 
Diyecekler 

Biliyorum yaklaşıyoruz her an 
Biliyorum oruçlu doğar insan 
Ölümün iftar sofrasına 

Son Söz 

Ve zaman döne döne 
Gelmişti başlangıç noktasına 
İlk yaratılış düğümüne 

Mahlukatın var olduğu 
Yüzüsuyu hürmetine 
Evrenin Efendisinin 
Kavuşmak vakti gelmişti sevgilisine. 

Hayatın menbaı 
Merhametin son durağı 
Madeni, muhabbet ocağının 
Ateşler içindeydi 
Yatağında. 
İltica etmişti sanki Kainat 
Kutsal tenine 
Hayata şafak olan alnında 
Ter taneleri 
Her biri insanlık çilesinden 
Bir haberdi sanki 
Bir an oldu 
Aralandı gözleri 
Sonsuzu kuşatan bakışları 
Süzdü ciğerparesi Fatıma'yı 
Süzdü tek tek çevresindeki 
Can dostlarını 
Kıpırdadı dudakları, dedi: 
-Ebu Bekir kıldırsın namazı 
Sonra daldı daldı uyandı 
Son defa aralandı 
Bakışları 
Yöneldi bir noktaya 
Karar kıldı bir noktada 
Ve dedi: 
-Merhaba ey refik-i ala! 

Olacak oldu 
Akıllar kamaştı 
Kalpler tutuştu 
Feryat ve figan gökleri tuttu 
Çekti kılıcını Faruk olan 
Sıçradı orta yere: 
-Kim derse ''O öldü'', öldürürüm! 

Ayrılık ateşinden 
Ateşin şiddetinden 
Sanki bendler çözülmüş 
Felekler çökmüştü 
Şuur tutuşmuş 
Akıl iflas etmişti. 

Sonra Sıddıyk olan 
Yetişti geldi 
Baktı baktı yatağında hareketsiz yatan sevgiliye 
Mağarada arkadaşına Hicrette yoldaşına 
Sonra baktı çevresine 
Mahşerden önce mahşer hali yaşayan 
Ashabına 
Aline 
Ebu Bekir dedi: 
-Ey nas, susun! 
Kim ki Resulullaha tapmaktadır 
Bilsin ki Resul ölmüştür 
Kim ki Allaha tapmaktadır 
Bilsin ki Allah ölmez 
Hayy ve Layemuttur 

Ey nas, susun! 
''İnna Lillah ve inna ileyhi raciun'' 

Sonra eğildi sevgilinin yüzüne 
Sürdü bulutlanmış gözlerini 
O güzellikler ülkesine 
Baktı baktı ve dedi: 
-Hayatında güzeldin 
Ölümünde güzelsin 
Öldün 
Bir daha ölmeyeceksin

Erdem Bayazıt



SEVGİLİM BEN ŞİMDİ


Sevgilim ben şimdi büyük bir kentte seni düşünmekteyim 
Elimde uçuk mavi bir kalem cebimde iki paket sigara..

Hayatımız geçiyor gözlerimin önünden 
Çıkıp gitmelerimiz, su içmelerimiz, öpüştüklerimiz...
"Ağlarım aklıma geldikçe gülüştüklerimiz". 

Çiçekler, çiçekler, su verdim bu sabah çiçeklere 
O gülün yüzü gülmüyor sensiz.
O köklensin diye pencerede suya koyduğun devetabanı 
Hepten hüzünlü bu günlerde 

Gür ve çoşkun bir günışığı dadanmış pencereye 
Masada tabaklar neşesiz 
Koridor ıssız 
Banyoda havlular yalnız 
Mutfak dersen - derbeder ve pis 
Çiti orda duruyor, ekmek kutusu boş 
Vantilatör soluksuz 
Halılar tozlu 
Giysilerim gardropda ve şurda burda 
Memo'nun oyuncak sepeti uykularda 
Mavi gece lambası hevessiz 
Kapı diyor ki açın beni kapayın beni 
Perdeler gömlek değiştiren yılanlar gibi 
Radyo desen sessiz 
Tabure sandalyalardan çekiniyor 
Küçük oda karanlık ve ıssız 
Her şey seni bekliyor her şey gelmeni 
İçeri girmeni 
Senin elinin değmesini 
Gözünün dokunmasını 
Ve her şey tekrarlıyor 
Seni nice sevdiğimi..

Cemal Süreya

SULTAN

Seçkin bir kimse değilim 
ismimin baş harfleri acz tutuyor 
Bağışlamanı dilerim 

Sana zorsa bırak yanayım 
Kolaysa esirgeme 

Hayat bir boş rüyaymış 
Geçen ibadetler özürlü 
Eski günahlar dipdiri 
Seçkin bir kimse değilim 
İsmimin baş harflerinde kimliğim 
Bağışlanmamı dilerim 

Sana zorsa bırak yanayım 
Kolaysa esirgeme 

Hayat boş geçti 
Geri kalan korkulu 
Her adımım dolu olsa 
İşe yaramaz katında 
Biliyorum 
Bağışlanmamı diliyorum

Cahit Zarifoğlu